Yeniden
Gökmen Küçüktaşdemir
Taksiden Karşıyaka İskelesi'nin önünde indiler. Torunu Antoni taksiden bavulları indirirken Roxanne, az ilerideki seyyar satıcıdan birer gevrek aldı. Sonra da şaşkın ve meraklı bakışlarla etrafına bakmaya başladı. Özlemişti gevreğin tadını, Karşıyaka'nın havasını... Ama hiç bir şey eskisi gibi görünmüyordu. Vapurların, araçların, binaların ve insanların sayısı artmış; bu kalabalık sanki anılarının da üzerini örtmüştü. Roxanne, İzmir'den ayrıldığında henüz trafiğe kapatılmamış olan Karşıyaka Çarşısı'na doğru ürkek birkaç adım attıktan sonra durdu ve dönerek arkasına baktı.
Buralardan sürgün giderken son hatırladığı, vapur iskelesinin girişinde mahalleden arkadaşı Hasan'la vedalaşmasıydı. Hasan o günlerde cep harçlığı kazanmak için gazete satıyordu. Her sabah çantasına koyduğu gazetelerden birini eline alıp iskelenin önünde, "Yazıyor, yazıyor..." diye günün manşetini seslendirerek okur topluyordu... Babası Bromios Ugont, vapura binmeden önce 12 yaşındaki Hasan'dan o günkü haberleri okumak için Akşam Gazetesi almıştı. Babası ve annesi kendilerini uğurlamak için gelenlerden ayrılıp iskelenin içine doğru yürürken Roxanne, Hasan'ın yanağından öpmüş, sonra koşarak ailesinin yanına dönmüştü. Hasan eliyle yanağını tutarken, Roxanne'in arkasından bakakalmıştı. O günden sonra Roxanne'i bir daha görmeyecekti.
Bindikleri Hasköy Vapuru, İzmir Körfezi'nde çok yeniydi. Yıllar sonra Gölcük ismini alacak vapurun üst katına çıktılar ve en arkasına oturdular. Düdüğünü öttüren vapur, iskeleden köpükler saçarak ayrıldı. Rüzgar saçlarını okşarken; Roxanne, annesi June ve babası Bromios ile son kez baktılar yıllarca oturdukları Karşıyaka'ya. Zihinlerinde pek çok olay ve yaşanmışlık varken; dostlarına, akrabalarına ve martılara el salladılar.
Babasının elindeki 30 Ağustos 1964 tarihli gazetenin manşetinde, "Fuardaki, Amerikan, İngiliz ve Rus pavyonları tahrip edildi" yazıyordu. Üst başlıkta ise, "İzmir'de galeyana gelen halk, gece müessif olaylara sebep oldu" deniyordu. 2. baskısını yapan gazetede Yunan konsolosluğunun da taşlandığı belirtiliyordu.
O günlerde Kıbrıs'taki olaylar doruk noktasına ulaşmıştı. Barıştan hoşnut olmayanlar yeni bir oyun sergilemekteydi. İsmet İnönü başkanlığında toplanan hükümet, Türkiye ile Yunanistan arasında Atatürk döneminde imzalanan Seyr-ü Sefayin Anlaşması'nın iptal edilmesine karar verdi. İnsanlar önce ne olduğunu anlayamadı. Ama sonra İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada'da yaşayan Rum yurttaşların bir kısmının kapısı polis tarafından çalınmaya başlayınca vaziyet anlaşıldı. Bu insanlar çifte pasaport taşıyan ya da ikamet tezkeresi ile Türkiye'de kalan Rumlardı. Çoğu burada evlenip çoluk çocuk sahibi olmuştu. Bir kısmı burada doğmuş, Yunanistan'ı hayatında hiç görmemişti. Bazıları yüzyıllardır buralıydı, yalnızca Avrupa'ya giriş çıkış kolaylığı olsun diye Yunan pasaportu almıştı.
Sürgün kararından, Yunan uyruğu olan Levantenler de etkilendi. Ugontlar, 140 yıldır Türkiye’de oturan Venedik kökenli Katolik bir aileydi. 1700’lerde Korfu’ya, Korfu Yunanistan’a devredildikten sonra 1825’te İstanbul’a, 1902’de de İzmir’e yerleşmişlerdi. Sonuç olarak Yunan uyruklu gözüktükleri için sınır dışı edileceklerini, Türkiye'den ayrılmadan 2 gün önce yine gazeteden öğrenmişlerdi. Bunlar olurken yurt genelinde, “Vatandaş Türkçe Konuş” ve “Alışverişi Türk’ten Yap” kampanyaları sürüyordu.
Roxanne, geçmişi arkasında bırakarak önüne dönüp
yürümeye devam etti. Antoni de ona eşlik etti. Karşıya, çarşının olduğu tarafa geçmek için kırmızı ışıkta beklerlerken bir kuş, Roxanne'ın üstüne pisledi. Hemen yanındaki kadın bunu gördü ve "Şans getirir" diyerek gülümsedi. Roxanne ise cebindeki ıslak mendili çıkarırken Türkleri hiç bir zaman anlayamayacağını düşündü.
Antoni, 25 yaşında bir basketbolcuydu. 1 hafta önce Karşıyaka basketbol takımına transfer olmuştu. Eşyalarını ve birlikte yaşadığı anneannesini alıp İzmir'e gelmişti. Anneannesi havalimanına inince, kendileri için kiralanan eve gitmeden önce Karşıyaka İskelesi'ne uğramak istemişti. Taksideyken de Karşıyaka'dan nasıl ayrıldıklarını Antoni'ye bir kez daha anlatmıştı.
Yanlarında 2 valiz vardı. Diğer eşyaları onlardan önce gelmiş, yeni evlerine bırakılmıştı. Roxanne ve ailesi, Türkiye'den sürgün edilirken de 2 valizle ayrılmıştı. Yanlarına sadece 20 dolar ve 20 kiloyu geçmeyecek valiz almalarına izin verilmişti. Roxanne, İzmir adını her duyduğunda, annesinin eşyalarını yakınlarına, sevdiklerine gözyaşları içinde dağıttığını her hatırladığında
hüzünlenirdi.
Roxanne, Karşıyaka'dan ayrıldıktan sonra babası ve annesiyle Alsancak İskelesi'nde inmiş ve limandan Yunanistan'a gemiyle geçmişlerdi. Ugontlar, o güne kadar hiç gitmedikleri Selanik'te yeni bir hayat kurmak zorunda kalmışlardı.
Anneanne ve torunu, çarşıya girmeden sahildeki bir kafeye oturdu ve çay sipariş etti. Roxanne, gün batmak üzere olmasa kilise sokağındaki eski mahallesine de gitmek istiyordu. Antoni onu da yarına bırakmaları gerektiğini söyleyince çaylarını içip oturacakları eve gitmek için bir başka taksiye bindiler. Ev, Bostanlı'daydı.
Yarın ilk antrenmanına çıkacak Antoni ve yıllar sonra yaşadığı mahalleyi görecek olan Roxanne için ilginç bir gün olacaktı.
Antoni'nin annesi June, eşini bir trafik kazasında yaşamını yitirdikten 3 yıl sonra bir İtalyanla evlenip Roma'ya taşınmış. Antoni de basketbol kariyeri için Selanik'te kalmıştı. Anneannesi ile aynı evi paylaşan iki arkadaş gibiydiler. Antoni, Karşıyaka'dan ilk teklifi aldığında Roxanne'in içinde kelebekler uçmuş, yorgun bedeni ve ruhu tazelenmişti. Bu nedenle İzmir'e dönmek için can atmıştı.
Eve ilk girdiklerinde Roxanne, kendi kendine daha önce neden İzmir'e gelmediğini sormuş ama tam bir cevap bulamamış, ‘hayat gailesi’ demişti... Gece zor uyudu. Yatağında, geçmişe dair düşünceler ve yeni günle başlayacak yeni hayatı ile ilgili fikirlerle dönüp durdu. 69 yaşındaydı ve eşini kaybettikten sonra ilk kez içine yaşama sevinci dolmuştu.
Ertesi gün kahvaltıdan hemen sonra Antoni ile evden birlikte çıktılar. Roxanne, Bostanlı'dan Karşıyaka Çarşısı'na yürüyerek gitti. Hayatı boyunca sporla uğraştığı için yaşıtlarına göre çok dinçti. Dünyanın pek çok ülkesinde maraton koşmuş, yaşı ilerledikçe de yürüyüş yarışlarına katılmaya başlamıştı. Ayağında her zaman spor ayakkabı olurdu. Evindeki madalyalar küçük Antoni'ye ilham kaynağı olmuştu.
"İnsan bir kenti en iyi yürüyerek tanır" derdi. Eve yapacağı alışverişi, günlük aktivitelerini, Antoni ile neler yapacaklarını hep yürürken düşünürdü. Son zamanlarda bir de yazacağı kitabı yürürken düşünmeye başlamıştı. Bunca yıla pek çok şey sığdırmış, artık bunları yazıya dökme zamanı gelmişti.
Karşıyaka Çarşı'ya eski istasyon tarafından girip sora sora Aksoy'a doğru yürüdü. Bir yandan da kentteki değişimin izlerini takip ediyordu. Kilise Sokağı'na geldiğinde çocukluğundan çok az bina kaldığını gördü. Yerlerine yenileri yapılmıştı. Çocukluğunun geçtiği 2 katlı, cumbalı ev de yıkılmıştı ama Katolik Kilisesi Saint Helen hala ayaktaydı. Bu kilisenin yapımına tüccar olan babası da destek olmuştu. Kilise aile dostlarının verdiği arazi üzerine inşa edilmişti. Ailesi, pazar ayinlerine katıldıktan sonra mahalledeki diğer çocuklarla oynamasına izin verirdi. Bu yüzden çocukken Roxanne 'ın en sevdiği gün pazardı. Diğer günlerini ise okul, ödevler, piyano dersleri ve atletizm kapılıyordu.
O zamanlar Roxanne, çevrelerindeki insanlar arasında Levanten, Türk, Rum, Ermeni ve Kürt gibi bir ayrımın olduğunu görmemiş, hissetmemişti. Aynı mahallede barış içinde oturan, işinde gücünde insanlarla geçiyordu günleri. Aynı bakkaldan, aynı manavdan, aynı kasaptan alışveriş yapıyorlar; akşamları farklı evlerde bir araya geldiklerinde aynı dertleri paylaşıyorlar, aynı olaylara gülüyorlardı.
Roxanne, Kilise Sokağı'nı, Donanmacı Mahallesi'ni, Aksoy Mahallesi'ni ve çarşıyı dolaştı. Anılarını tazeledi, eskilerden birilerini, bir şeyleri görmeyi umdu. Ama kimseyi göremedi. Yine de hemen hemen her gün eski mahallesine, eski sokağına gitti. Antoni'ye, "Benim için yürüyüş oluyor" diyordu ama tam olarak ne aradığını, ne görmek istediğini kendisi de bilmiyordu. Bir his onu oraya çekiyordu.
Aradan 2 hafta geçmişti. Bir cumartesi günü Karşıyaka'nın Beşiktaş ile maçında Antoni sahada, Roxanne de tribündeydi. Maç, Mustafa Kemal Atatürk Karşıyaka Spor Salonu'ndaydı. İlk yarının sonlarına doğru Beşiktaş öndeyken koç Antoni'yi maça aldı. Antoni maça başlar başlamaz eline gelen ilk topla 3 sayılık basket atınca tribün coştu. Roxanne de ayağa fırladı. O andan sonra Antoni topu her eline alışında Roxanne onu alkışla ve motive edici sözlerle destekledi. Bunlardan kimi Türkçe kimi Yunancaydı.
İlk yarı bittiğinde Karşıyaka, Beşiktaş ile eşitliği yakalamıştı. Roxanne'in hemen yanında oturan kız, "Sanırım yeni transferimiz Antoni sizin oğlunuz. Çok başarılı bir oyuncu" dedi.
- İyi gününde. Hiç boş dönmedi rakip alandan. Ama Antoni benim oğlum değil, torunum.
Roxanne güldü.
- Kusura bakmayın. Siz çok genç gözüküyorsunuz. Ben bu yüzden oğlunuz olduğunu sandım.
- Önemli değil. Uzun süre spor yapmanın faydalarını yaşıyorum.
- Siz de basketbolcu musunuz? Hayır, Ben atlettim. Kısa bir süre öncesine kadar da yürüyüş müsabakalarına katılıyordum.
- Harika. Ne kadar güzel Türkçe konuşuyorsunuz. Daha önce de Türkiye'ye gelmiş miydiniz?
- Aslında ben Karşıyaka'da doğdum. Buradan ayrıldığımda 12 yaşındaydım. Kilise Sokağı'nda oturuyorduk. Antoni, buradan teklif aldığını söylediği zaman çok mutlu oldum. Evime dönmüş gibi hissediyorum.
- Biliyor musunuz, ben de Kilise Sokağı'nda oturuyorum. Dedemler de yıllardır aynı sokakta yaşıyorlar. Belki tanırsınız... Dedemin adı Hasan. Hasan Aslan...
Roxanne, güldü.
- Yoksa, dedemi tanıyor musunuz?
- Çok uzun zaman oldu ama sanırım tanıyorum.
Roxanne, bu tesadüfe inanamıyor ve hala gülümsüyordu.
- Benim adım Aslı.
- Benim adım da Roxanne. Umarım deden beni tanıyabilir.
Aslı, uzakta bir yerler baktı. Gözleri nemlenmişti.
- Çok hatırlayabileceğini sanmıyorum. Dedem bir süre önce alzheimer oldu. Her şeyi ya unutuyor ya da karıştırıyor. Oysa dedem gibi çok okuyan bir gazetecinin alzheimer olabileceğini hiçdüşünmezdim. Sanırım anneannemi kaybettikten sonra bu hastalık kendini gösterdi.
- Yine de onu görmeyi çok isterim.
Aslı gülümsedi. Birbirlerine telefonlarını verdiler. Yarın için randevulaştılar.
Maçı Karşıyaka kazanmıştı. Taraftar Antoni'yi omuzlarına aldı. Büyük bir coşku yaşanıyordu statta. Aradan 1 saat geçmişti ki koca salonda kimse kalmadı, taraftarlar dağıldı. Roxanne, maçtan sonra Antoni'yi ona sarılarak kutladı ve eve gittiklerinde tribünde Aslı ile yaptığı konuşmayı anlattı. Her ikisi de çok heyecanlanmışlardı.
Roxanne sabah erken kalkıp kahvaltı sofrasını hazırladı. Giyeceği kıyafetleri seçti. Kahvaltıdan sonra saçlarını toplayıp hazırlandı. Ne olacağını, ne olmasını istediğini bilmiyordu... 57 yıl sonra ilk kez karşılaşacaklardı. Antoni de hazırlandıktan sonra evden çıktılar. Bostanlı'da Yasemin Kafe'de buluşacaklardı. Dışarıda nefis bir hava vardı. Ne çok sıcak ne de serin. Aslı, annesi ve dedesi onlardan önce gelmişlerdi.
Bir araya geldiklerinde Hasan, Roxanne'e adıyla seslenip, "Seni çok özledim. Nerelerdeydin?" dedi.
Herkesin yüzüne tatlı bir gülümseme yayıldı. Hasan, pek çok şeyi unutsa ve karıştırsa da Roxanne'i unutmamıştı. Sarıldılar. Hasretle geçen yılları andılar.
Yorumlar -
Yorum Yaz