Seviyoruz, her şeye bir bahane bulmayı. "İnsanlar, giderek bireyselleşiyor ve yalnızlaşıyor" diyerek teknolojiye atıyoruz mesela topu. Oysa, sosyalleşmek ve birlikte keyifli zaman geçirmek ya da bir şeyler üretmek için milyon tane seçenek sayabilirim size. Bırakın başka ülkeleri, yaşadığımız şehirleri tanımıyoruz. Gezmek, görmek ve öğrenmek gibi bir çaba içine girmek yerine zamansızlıktan ya da parasızlıktan şikayet edebiliyoruz. Oysa, otostopla dünyayı dolaşan, Anadolu'yu bisikletle gezen insanlar tanıdım ben. Meşhur hikayede olduğu gibi, herkes kralın çıplak olduğunu görse de bir bahaneyle görmek istemiyor gerçeği. Ta ki biri çıkıp gördüğünü haykırana kadar.
***
İtalyan filozof, rahip, şair Giordano Bruno 17 Şubat 1600’de, Roma’nın ünlü meydanı Campo De Fiori’de, dili koparılarak, canlı canlı yakılmıştır. Nedeni düşüncelerini özgürce söylemekten kaçınmadığı içindir. ‘Düşünce özgürlüğünün ilk havarisi’ olarak kabul edilen Bruno, Roma'ya gelmeden önce rahip olmasına karşın en sert kelimelerle kiliseyi ve hatta dini eleştirmekten korkmamıştır, yaşamak için bahanelere sığınmamıştır. Doğru söylenin 9 köyden kovulduğu gibi, Avrupa'da gitmediği ülke ve şehir kalmaz. Yaşadığı yoksulluğu, "Hayatın en yalın ve makyajsız hali" olarak tanımlar.
1582 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde bir kürsü elde ettiğinde yaşayacağı zorlukları bilmiyordur. Bir İtalyan aristokrat tarafından davet edildiği Venedik’te Galileo Galilei ile tanışır. Mocenigo adlı bir aristokratla çatışınca, onun tarafından Engizisyon’a teslim edilir. Ona, düşüncelerinden vazgeçmesi ve "sonsuz evren" görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceği söylenir. Ama o düşüncelerini inanarak savunmaya devam eder. Engizisyon mahkemesi, baskılar sonunda düşüncelerinden döneceğini umarak yargılama süresini uzun tutar ve yaklaşık 7 sene (2555 gün ve 2555 gece) gördüğü bütün işkencelere karşın, görüşlerinden taviz vermez ve ölüme mahkum edilir. Aslında kilise de hata yaptığının farkındadır ama itibarını zedelemek istemediği için ölüm kararını alır. Düşüncelerinin arkasında durduğu gibi ölüm kararının karşısında da dimdiktir Bruno; “Siz bu hükmü okurken korkuyorsunuz fakat ben dinlerken korkmuyorum” der ve ekler, "Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı’yı.”
***
Roma'dan İzmir'e gelelim. İzmir'de odalarda ve esnaf birliğinde seçimler tamamlanmak üzere. 26 yıl sonra İZTO'da Ekrem Demirtaş'ı koltuktan indirenler, yeni bir vizyon gördükleri için bahane bulmak yerine çalışıp, başkanlığa layık gördükleri Mahmut Özgener'i getirdiler. Daha adaletli, daha yenilikçi, daha insancıl olduğu için, kendi çıkarları yerine odanın ve kentin geleceğini adına çalışacağını inandıkları için bu seçimi yaptılar. Umarım herkes için hayırlı olur...
Değişim rüzgarları, 24 Haziran'daki "baskın seçim"de de etkisini sürdürür mü bilemem... Ama, partilerin ve vatandaşların paniğe kapılmak yerine planlı ve iyi çalışması gerekiyor. Bilim kurgu yazarı Frank Herbert der ki, "Kendinizi boş, çaresiz ve yararsız hissediyorsanız kötü... Bu demek oluyor ki, tez elden despot bir yönetimi başınıza efendi olarak getireceksiniz. Akıllı despot bunu bildiği için köleleri arasında yararsızlık ve çaresizlik hissini pekiştirmeye çalışır."
***
Bugün, Bruno'nun yakıldığı meydanda bir heykeli var. Ama tarih onun yakılmasına karar verenlerin isimlerini çoktan sildi. Herkes seçimlerini yaşar. Yaşayacağınız hayatı siz seçersiniz. İstediğiniz her neyse bahaneler üretmeden, dürüstlükten ve bildiğiniz doğrulardan vazgeçmeden hedefinize doğru gidin. Çünkü bir daha aynı fırsatları yakalayamayabilirsiniz.
Geçtiğimiz günlerde Ege Üniversitesi Medya Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (EGEMM) resmi açılışına katıldım. Açılış, Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Budak’ın ekrana yansıyan duyguları ile başladı, yapılan konuşmalar ve Rektör Budak’a sunulan övgülerle devam etti. Arkasından Rektör Budak bir açılış konuşması yaptı ve açılış Rektör Budak’ın hayatını anlatan bir belgesel ile tam sonlanacakken biz Budak’ın son kez sahneye çıkıp hislerini dile getirmesinin hemen ardından oradan ayrıldık. Anadolu’da, “Şeyh uçmaz mürit uçurur” diye bir tabir vardır. Ege gibi bir üniversiteden ben çok daha iyi bir açılış, daha iyi bir belgesel beklerdim. Rektör Budak’ın öğrencileri çok sevdiğini biliyorum. Yaptığı yenilikleri ve öğrencilere yaklaşımını takdirle izliyorum. Ama yukarıda değindiğim gibi bazı noktalara da dikkat etmesi gerektiğini de belirtmek isterim. Açılışta bana, iletişim fakültesinde kimi öğretim elemanları ve görevlileri üniversitenin televizyonunda az sayıda personelle iş yükünün altında ezildiklerini anlatırken kimi de haklarında yayılan bazı örgütlere mensup oldukları ile ilgili iddialarla boğuştuklarını dile getirdi. Her gün Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olmak üzere olan ya da mezun olmuş olan öğrencilerle karşılaşıyoruz. Gazetecilikten mezun olan bir öğrenci nasıl haber yazmasını bilmez, nasıl sayfa düzenlemesinden hiç anlamaz, nasıl dünyadan bir haber olur anlamak güç! Sayın Rektörümüz, en kısa zamanda bu sorunları da çözecektir diye düşünüyorum.