Olmak ya da olmamak
Olmak ya da olmamak
Ali Poyrazoğlu, üzerimize bir yelek gibi giydiğimiz “Ödünç Hayatlar”ı sergilerken “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!” diye başladı gösterisine. Bu kelimeler, izleyenlere William Shakespeare’in Hamlet’inden bilindik bir bölümü anımsatıyor olmalıydı. Usta oyuncu içinse, hayatının dönüm noktalarından biri anlamına geliyordu. Aynı benim için olduğu gibi…
Geçtiğimiz gece İsmet İnönü Kültür ve Sanat Merkezi’nde sahneye çıkan Ali Poyrazoğlu, konservatuara giriş sınavında Yıldız Kenter’in karşısında Hamlet’i nasıl oynayamadığını ama buna rağmen okula nasıl kabul edildiğini harika anlatımıyla dillendirdi. Öyle ki o zamanki mutluluğunu gördük yüzünde…
***
Poyrazoğlu için Hamlet bir başlangıçken benim içinse bir bitişti. Heyecanla başladığım tiyatro serüveni nerden elime geçtiğini bilmediğim bir Can Yücel çevirisi ile sona ermişti. Ezberlediğim tiratı tamamlayamadan sahneden inmek zorunda kalmıştım. Çünkü o zamanlar camiada bu çevirinin sevilmediğini bilmiyordum. Her şey aslında, Can Babanın “Osmanlı’da Hamlet oynansaydı nasıl olurdu?” gibi düşünmesine ve eseri öyle tercüme etmiş olmasına dayanıyordu. Böylece içimde yeni yeni kıvılcımlanan ateş birden söndü.
O günlerde, başka bir tiyatro kursunda ders alan Aslı ismindeki bir kız arkadaşım vardı. Aslı, önüme gelen fırsatı teptiğimi düşünerek bana çok kızdı. Çünkü o tiyatroyu benden çok daha fazla seviyordu. Çok çalıştı ve bir üniversitenin açtığı tiyatro bölümü sınavını kazandı. Okulu İstanbul’daydı. Birbirimizden uzak kalacaktık. Gideceği için üzgün ama çok istediği işe kavuşacağını düşündüğüm için onun adına mutluydum. Kursun bitiminde sergiledikleri oyunu izleyince ona olan hayranlığım arttı. Kendisiyle gurur duyuyordum. İleride çok iyi bir oyuncu olacağından adım kadar emindim.
O okula başladı, ben bir gazetede çalışmaya… Yazmak benim için tiyatrodan daha önde geliyordu. Mesafe uzak olmasına rağmen her fırsatta görüşüyorduk. Performansıyla ödüller alacağı anların haberlerini yapacağım günleri iple çekiyordum. Aslı’nın böbreklerinden şikayeti vardı. Mezun olmasına kısa bir süre kala rahatsızlığı giderek arttı. Öğrendim ki böbrekler iflas etmiş. Doktorlar ömrünün sayılı olduğunu söyleyince inanamadım, kabullenemedim. Böyle bir şey nasıl olurdu? O bu duruma nasıl gelebilirdi? Ona, güldüğünde gözlerinin içi parlayan o güzel insana bir şey olmasına izin veremezdim.
***
Uzun süre ona uygun böbrek arandı. Çalmadığımız kapı kalmadı. Ben o zamanlar 20’li yaşlardaydım ve ilk işim organlarımı bağışlamak olmuştu. Son ana kadar umudumuzu kaybetmesek de bir türlü aranan organ bulunamadı. Gözlerimin önünde eriyişini seyretmek dünyanın en azap dolu, en zor anlarıydı. Kendisine ödünç verilen hayatı bırakıp sonsuzluğa karıştığında yıkıldım. Aslı gibi bugün Türkiye’de organ bağışı bekleyen 60 bin börek hastası var.
Kent Hastanesi yönetimine ve organ bağışında farkındalık yaratmak için “Ödünç Hayatlar”la sahneye çıkan Ali Poyrazoğlu’na teşekkür ederim.
Diyeceğim o ki insanın sevdiklerinden ayrı düşmesi, bir parçasını hep eksik hissetmesine ve öyle yaşamasına neden oluyor. Organlarınızı bağışlayın. Belki birini annesine, birini evladına, birini sevdiğine kavuşturursunuz.
Yorumlar -
Yorum Yaz