Kelebeğin peşine takılmak
Kelebeğin peşine takılmak
Gökmen Küçüktaşdemir
İş çıkışı Taksim’de biraz vakit geçirmek istedi. İstiklal Caddesi’nden dolaşırken, sürekli takıldığı Blue Butterfly adlı kafeye gitti. Burada kendini, güzel müzikler, gösterilen ilgi, güler yüzlü hizmet ve ilginç dekorasyon yüzünden hep konforlu hissederdi. Süslü masalar, farklı duvar kabartmaları, insanı içine çeken resimler ve ışık oyunlarıyla doluydu mekan… Ancak o gün içerisi de dışarısı da doluydu. Hiç boş masa yoktu. Tam başka bir kafeye doğru yönelecekken, kendisine göre en uzak masada, oturduğu yerden kalkan genç bir kadın fark etti. Kadın eşyalarını masadan alıp hesabını ödemek için kasaya doğru gitti. Ada da, gidip boşalan masaya oturdu.
Masanın üzerinde, rüzgardan uçmaması için köşesine tuzluk konularak sabitlenen bir kağıt fark etti. Kağıt özensizce çizilmiş, herhangi bir şeye benzemeyen karalamalarla dolmuştu…
Ada, 2 dakika boyunca kağıttan gözlerini ayıramadı. Sonra da kasada işi biten ve mekandan çıkmakta olan kadına baktı. Bir nazar boncuğunu andıran derin mavi gözleri şiş, güzel çehresinden de yorgunluk akıyordu. Yüzünde hiç makyaj yoktu. Taranmayan saçlarını gizlemek istercesine başına bir şapka geçirmişti. Uzun boylu sayılabilirdi. Üzerinde siyah bir tişört, altında siyah bir pantolon ve ayağında siyah spor ayakkabılar vardı.
Birkaç saniye düşünüp kadının arkasından gitti, mekanın kapısından çıkınca da seslendi:
- Affedersiniz hanımefendi!
Kadın arkasını dönünce devam etti:
- Bu kağıt size mi ait?
- Hımmm evet… Ama önemli değil atabilirsiniz…
- Olur mu? Tam tersine çok önemli… Bunalımdasınız… Dahası intihar etmeyi düşünüyorsunuz.
Dilara’ydı kadının ismi. 5 ay önce evlerine giren bir hırsız, 2 yıl önce evlendiği eşini öldürmüştü. Dilara evin balkonundan yanlarındaki apartmanın bahçesine atlayarak kurtulmuştu.
Şaşırdı kadın… Yüzü iyice beyazladı.
- Nereden anladınız?
- Çizdiklerinizden.
Kağıda doğru birkaç saniye bakan Dilara:
- Hayır bu doğru değil, yanılıyorsunuz.
- Hiç sanmıyorum. Şurada dışarıdan içeri doğru çizdiğiniz spiral içinize döndüğünüzü göstergesidir. Spirali koyu bir noktayla tamamlamışsınız. Bu da son kararı her zaman kendinizin verdiğinizi anlatır. O kadar çok bastırarak o siyah noktayı belirginleştirmiş ve büyütmüşsünüz ki verdiğiniz kararı uygulamakta çok kararlısınız. Keskin çizgilerle bu noktayı parçalara bölmüşsünüz. Sonra da çıkış olmadığını gösteririr gibi etrafını çevirmişsiniz. Çevresine çizdiğiniz diğer şekillerde bu fikrimi destekler nitelikte. Düz bir çizgi çekip hepsinin altına tek bir çizgiyle, doğruyu ikiye ayırmışsınız. ‘Tüm yaşadıklarımın toplamında son burası’ der gibi… Buraya kadar olduğunu anlatmak istermişsiniz gibi... Hatta ölüm biçiminizi bile belirlemişsiniz. Bir yerden kendinizi boşluğa bırakacaksınız.
Bir an durdu Ada. Dilara’nın güzel yüzünün kıvrımlarında dolaştı gözleri. Korkusunu ve acısını paylaşmak istermişcesine sağ omzuna dokundu ve devam etti:
Tüm çizdikleriniz, kağıdın tepesinden aşağı çizdiğiniz dikey bir çizginin ortasında başlayıp sonunda bitmiş.
- Bu kadar mı?
- Hayır aslında bu kadar değil…
- Peki başka ne var?
- Tamamen siyahlara bürünmüşsünüz. Yastasınız. Yüzünüzde makyaj yok. Ama göz kapağınızda belli belirsiz de olsa göz kalemi boyası kalmış. Bir süre öncesine kadar makyaj yapıyormuşsunuz. Fakat makyaj yapmayı bırakın uzun süredir aynaya bile bakmadığınızdan, bu küçücük mavi lekeyi görmemişsiniz bile. Kağıdı tutarken eliniz titiriyordu. Sizin yaşınızda birinin parkisyon olma ihtimali çok düşük. Ayrıca alkol kokusu alıyorum. İçki içmek için erken bir saat sayılır. Vücudunuzda küçük çizikler var ve sağ ayağınızın üzerine basarken zorlanıyorsunuz. Muhtemelen yakın zamanda ufak da olsa bir kaza geçirdiniz.
- Peki, pes ediyorum. Haklısınız… Ölmek istiyorum, tamam mı!
Dilara, sinirlenip arkasını döndü ve yürümeye başladı. Giderek de hızlandı… Ada, genç kadının arkasından koşup önüne geçti.
- Bekleyin bir dakika… Sizi üzmek istemezdim. Ama bu şekilde de sizi bırakamam. Ne yaşadığınızı bilmiyorum ama intiharı düşünmemelisiniz bile…
Dilara, Ada konuşurken sırtını yanındaki ağaca dayadı ve gözyaşlarına boğuldu. Dizlerinin üzerine çökecek gibi oldu ama Ada onu tuttu, kaldırdı ve ona sarıldı. Dilara da adını bile bilmediği bu adama doladı kollarını. Genç kadın Ada’nın omzunda ağlamaktan yorgun düşünceye kadar öyle kaldılar. Hiç konuşmadan, hareket etmeden birbirlerine karıştılar.
Dilara, kendine gelince Ada’dan iki adım geri çekerek kendini, ”Kimsin sen, dedektif, polis falan mı?” diye sordu.
O da gülümseyerek, “Tur rehberiyim, ismim de Ada” dedi.
Birlikte biraz yürüyüp başka bir kafeye oturdular. Dilara, başından geçenleri anlattı. Eşi öldükten bir süre işinden de ayrılmıştı. Uzun konuşmaları sırasında bunu da paylaştı. Daha sonra Ada, Dilara’yı otobüs durağına bıraktı. Tam durağa geldiklerinde otobüs hareket etmek üzereydi. Koşarak otobüse bindi Dilara. Bir süre sonra otobüsün penceresinden dışarı bakarken kendisini çok daha iyi hissettiği düşündü. Biraz uzaklaşmalıydı yaşadığı kentten. “Tatile çıkmalıyım” dedi kendi kendine.
Eve gidince ilk iş olarak internetten tatil seçeneklerine baktı. “Keşke Ada’dan fikir alsaydım” dedi ama sonra birden, birbirlerinin telefon numaralarını almadıklarını hatırladı. Üzüldü… “Ada, benim için bir işaret olmalı” dedi ve tatil için araştırmaya devam etti.
İnternet sitelerinde dolaşırken hep görmek istediği “Kelebekler Vadisi”ne gözü ilişti. Ada’yla karşılaştıkları kafenin ismi de Mavi Kelebek değil miydi? O an karar verdi, bu cennetten bir köşeyi andıran yere gitmeyi. Amacı Fethiye’ye gitmek ve bir tekne bulup Kelebekler Vadisi’ne ulaşmaktı. İşleri bitirip 4 gün sonra arabasıyla yola çıkabildi Dilara.
Oysa Ada, Dilara’yla tanışmalarından 2 gün sonra çok önceden verdiği bir kararı uygulayıp tatilini geçirmek için Kelebekler Vadisi’ne gitmişti bile. Önce arkadaşları ile Fethiye’de buluşmuş sonrada bir tekneyle Ölüdeniz’den vadiye geçmişlerdi. Babadağ’ın gölgesindeki vadi hep etkilerdi Ada’yı. Çocukken izlediği filmlerdeki korsanlara benzetirdi vadiye yanaşırlarken kendini. Vadide adı ‘huzur’ olan çok önemli bir ganimet vardı onun için. Herkesin sahip olamadığı ve sahip olabilmek için çabaladığı en nadide duygu.
Dilara ise daha, İstanbul’dan çıkmak üzereyken başına hiç beklemediği bir olay geldi. Bir araç ışıklarda duramayınca arkadan arabasına çarptı. Bu olay, onun tatili iki gün ertelemesine sebep oldu. Vazgeçmemişti…
Ada gün boyu denizin ve güneşin tadını çıkarırken, gün batmadan önce de kaplan kelebeklerinin, cırcır böceklerinin, kuşların eşliğinde bölgede yürüyüş yapıyordu. Dilara da arabasıyla uğraşıyordu.
Ada, yaptığı yürüşlerinden birinde kaynağı Faralya köyünde bulunan ve 50 metre yükseklikten dökülen şelalenin devamında, hemen derenin kenarında üç çadır gördü. Bir grup genç, tatillerini geçirmek adına birkaç günlüğüne konaklamaya gelmişlerdi. Vadi'nin ortasından geçen ve Akdeniz'e ulaşan bu derenin bazı noktaları kamp için idealdi. Ada, arada bir bu grubun yanına gidiyor, onlarla vakit geçiriyordu.
Dilara tatil için kararlıydı. Yanına daha az eşya alıp uçakla Muğla’ya oradan da Kelebekler Vadisi’ne geçmeye karar verdi. Biletini aldı. Havaalanına doğru yola koyuldu. Ama öyle bir trafik vardı ki, bindiği taksinin adım adım ilerliyordu. Sanki kırmızı ışık yanmak için onu bekliyordu. Sonunda binmeyi düşündüğü uçağı kaçırdı. Yer bulabildiği ilk uçak da bir gün sonraydı.
Her şey bu kadar zor mu olmalıydı! Kızgındı hem kendine hem trafiğe hem kenti çekilmez kılanlara ve de hayatın ta kendisine…
Otobüsle gitmeye karar verdi. İnat etmişti bir kez ve yola çıkmıştı artık. Otobüs bileti almak için havalimanına yakın bir firmanın şubesine girdi. İçeride çalan şarkının sözlerine takılsa da zihni işini bitirip gelecek servisi beklemeye başladı. Şarkı bir süre sonra bu kez diline takıldı: Aslında yollar yalanını görmez / Yaraları sarmaz, hiç bitmez / Aslında yollar daralıp açılmaz / Sonuna da varmaz, sen varsan da…
Servis geldiğinde içini garip bir mutluluk kapladı. Otobüs terminaline gidene kadar, vadiyle ilgili tüm görüntüler zihninde uçuşmaya başladı. Kendisini serin sulara bırakmak için sabırsızlanıyordu. Otobüse bindiğinde içindeki mutluluk bir kat daha arttı. Zihnini tamamıyla temizlemeye ve yenilemeye hazırdı. Kendini öyle rahatlamış hisseti ki, otobüse bindikten bir süre sonra derin bir uykuya daldı. Gözlerini açtığında otobüsün bir dinlenme tesisinde durduğunu gördü. Biraz hava alamak ve bir şeyler yemek için yolculularla birlikte otobüsten indi. Önce tuvalete uğradı. Çıkışta çantasına elini attı ki cüzdanı yoktu. Çantayı ters düz etse de cüzdanını bulmadı. Çantanın dibindeki bozukluklarla ücreti ödeyebildi. Hemen şöförün yanın gitti. Otobüse binerken cüzdanının yanında olduğuna emindi. Sonradan anlaşıldı ki, Dilara uyurken otobüsün yoldan aldığı bir kadın cüzdanı alıp yine yol üstünde bir kentte inmişti. Emniyete haber verildi ama Dilara’nın umudu yoktu cüzdanının bulunacağından. Başına gelenlere inanamıyordu. 1.5 saat sonra Muğla’ya vardılar. Ne yapacağını bilmiyordu. Çantasını kurcalarken fermuarlı bir gözü açınca paralarını oraya koymuş olduğunu gördü. Ehliyeti de oradaydı. Bilet alırken her ihtimale karşı parasının büyük bölümünü çantasına saklamıştı. Bu annesinin ona geçmişte söylediği bir yöntemdi, “Paranın tümünü aynı yere koyma. Ki başına bir şey gelirse, seni idare edecek bir miktar para yanında olsun” derdi. Annesine dua etti. Yeniden keyiflendi. Artık giden az miktar para, bir kredi kartı, kimlikler ve birkaç fotoğraf karesiydi. İlk iş kredi kartını iptal ettirmek oldu. Hava kararmak üzereydi. O geceyi Muğla’da geçirmeye karar verdi.
Kelebekler Vadisi’nde ise kırmızı şeker topuna dönüşen güneş denizin ve gökyüzünün arasında adeta eriyordu. Parıldayan dalgalar kumsalı öperken Ada uzandığı yerde vadide yapılması planlanan festivalle ilgili arkadaşlarıyla tartışıyordu. Ada bu doğal güzelliğin bozulmamasını isteyenlerdendi. Festival insanlara iyi gelebilirdi ama kelebeklere ve bölgenin doğasına zarar verebilirdi.
Sabah telefonun sesiyle uyandı Dilara, cüzdanı bulunmuştu. Ama onu alabilmesi için cüzdanın bulunduğu Denizli’ye gitmesi gerekiyordu. “Sanırım bu bana hayatın oynadığı bir oyun daha” dedi… Birkaç kimlik belgesi, eski bir cüzdan ve birkaç kare fotoğraf için 2 saat gidip sonra tekrar dönemek zor geldi Dilara’ya. Vaz mı geçmeliydi bu tatilden?
Hayır… Nasıl olsa bir işi veya birine verilmiş sözü yoktu. Hemen yer ayırttığı kampı bir kez daha arayıp biraz daha gecikebileceğini söyledi… Denizli’ye gidiyordu ve aynı gün geri dönecekti. Denizli’ye vardığında hemen Emniyet Müüdürlüğü’ne gitti. Cüzdanını alıp içinde nelerin eksik olduğuna bakarken bir gözünde kolye ucu buldu. Bir kelebek… Ada, şans getirsin diye kendisine vermişti. Gülümsedi kelebeği avucunda sıkarak. Cüzdanın içinde olması gereken her şey duruyordu. İşlemleri bittikten sonra Muğla’ya oradan da Fethiye’ye ve daha sonra da Kelebekler Vadisi’ne geçti. Yaşadığı gergin ve stresli yolculuk Dilara’nın tekneden inip ayaklarını kumsala dokunmasıyla son buldu. Ama çok yorgundu. Bıraksalar kumsalda uyuyacaktı. Kalacağı bungolava gitti ve eşyalarını yerleştirdi. Daha sonra da akşam yemeğini yiyip odasına çekildi. Sabah gün doğarken uyanmak ve doğayla başbaşa kalmak istiyordu.
Gecenin karanlığı her yeri kaplandığında Dilara, gözlerini kapatmış. Yeni bir hayata gözlerini açmak için hazırlanan ipek böceği gibi yatağın içinde kıvrılmıştı. Zordu yaşamak ama ayakta durmak, kendine yetmek ve yeni bir güne hazırlanmak da bir o kadar da keyifliydi.
Güneş karanlığı delerken uyandı Dilara. Önce sahile inip kumsalda biraz oturdu. Hava aydınlanırken dalgaların, kuşların ve cıcır böceklerinin sesini dinledi. Evet, bu tatilin ve huzurun sesiydi. Sonra da vadinin üst kısmına çıktı dolaşmak için. Temiz havayı çekti bol bol içine. Ağaçların, toprağı örten bitkilerin ve otların arasından yürüdü bir süre. Sonra etrafında uçuşan bir kelebeğin peşine takıldı. Öyle güzeldi ki büyük mavi kanatları. Üstlerinde sanki sarı su damlaları vardı. Kenarları ise yeşil ipliklerle işlenmiş gibiydi. Güneşle parıldıyor, özgürlüğün timsali gibi uçuyordu. Bu 80’den fazla türü olan kaplan kelebeklerinden biriydi.
Birden bir uğultu geldi kulağına sanki biri bağırıyordu. Kelebek uğultuya doğru uçuyor, Dilara da onu izliyordu. Ses giderek belirginleşti. Biri yardım istiyordu. Uçurumun kenarından geliyordu ses. Ağaçların arasından indi yavaşça. Biri aşağıya düşmek üzereydi. Kopmak üzere olan bir bitkiye tutunmuştu. Eğilip bakınca düşecek olan kişinin Ada olduğunu fark etti. “Ne işi var burda acaba? Hep böyle tuhaf zamanlarda mı karşıma çıkmak zorunda!” dedi kendi kendine.
- Sıkı tutun. Seni oradan kurtaracağım.
- Tamam ama çabuk ol gücüm kalmadı.
Dilara etrafına baktı ve kurumuş bir uzunca bir sarmaşık dalı gördü. Onu söküp aldı. Hemen Ada’ya uzattı ve onu yukarıya çekti. Ada yüzlerce metre yükseklikteki uçurumdan düşmekten kurtuldu.
- Teşekkür ederim hayatımı kurtardın.
- Ödeşmiş olduk. Hem intihar kötü bir şey… Tavsiye etmem… Her zaman benim gibi seni kurtaracak biri karşına çıkmaya bilir.
- Hey! Bunlar benim cümlelerim. Benim sadece ayağım kaydı.
- Benim de hayatım kaymıştı.
Gülümsedi, biraz durak sayıp Ada’nın gözlerine kilitlendi Dilara ve sonra devam etti: Teşekkür ederim. Tam zamanında çıktın karşıma. İyiki seni tanıdım…
- Bende seni tanıdığım için mutluyum…
Biraz ilerde uçan kelebeği gösteren Dilara, “Aslında beni buraya getiren kelebeğe teşekkür etmelisin” dedi.
- O zaman güzel kelebek sana da teşekkür ederim.
Gözlerini birbirlerinden ayırmıyorladı. Ada, Dilara’nın elinden tuttu ve ona yaklaştı. Sonrada Dilara’nın dudaklarına doğru eğilip onu öptü. Gözlerini kapattılar sonsuzluğu ruhlarıyla ve içlerindeki sevgiyle doldurmak istermişcesine.
Çevresinde yüzlerce kelebek vardı ama Dilara, onun peşine takıldı… Bizlerin hayatında da öyle değil midir zaten! Hep bizi etkileyenlerin, kışkırtanların peşine takılmışızdır, bizi nereye götürdüklerine bakmaksızın.
Yorumlar -
Yorum Yaz