Nora ve güven
Salon boş ve karanlık... Kötü bir ışıklandırmayla aydınlatılan sahnenin üzerindeyiz. 10 -12 kadar kişiyiz. Süreyya Hoca'nın istediği üzerine ikişerli gruplar oluşturduk ve onun söylediklerini uygulamaya başladık. Önce bağdaş kurup partnerimizle yüz yüze gelecek şekilde oturduk. Sonra da gözlerimizi kapattık. Ardından birbirimize dokunmamız söylendi. Biz de dokunmaya başladık...
Sakın yanlış değerlendirmeyin, benim de dahil olduğum tiyatro heveslisi bir grup gencin 14-15 yıl önce aldığı eğitimin bir parçası anlatıklarım. Birbirimizi tanımak, anlamak ve kavramak üzerine yapılan dokunuşlardı bunlar. Bu oyun sayesinde, hayatta olduğu gibi sahnedeyken de karşımızdakine güvenmeyi öğreniyordunuz...
Tabii bu arada, karşımda grubumuzun en güzel kızlarından biri olunca biraz heyecanlandığımı da söylemeyim. Onun ise çekingen ve ürkek olduğunu, ellerinin hareketlerinden, parmaklarının yüzümde gezinişinden anlayabiliyordum. İlk yaptığım şey karşımdaki insanın bana güvenmesini sağlamaktı...
"Güven Oyunu"nun bir parçasıydı yaptığımız her şey. Sahnede birbirimize güvenmemiz için önce hem kendimizle hem de karşımızdakiyle yüzleşmemiz gerekiyordu. Korkularımızı, çekincelerimizi görmeli ve tanımalıydık. Başta tam olarak anlam veremediğim bu oyunu sonradan algılaya bildim. Görmek ve hissetmek arasındaki fark artık çok daha netti benim için.
***
Tüm bunlar geçtiğimiz gün İzmir Devlet Tiyatrosu'nun açılışında "Nora"yı izlerken geldi aklıma. Norveçli yazar Ibsen'in 1879'da kaleme aldığı oyun, erkek egemen burjuva dünyasında bir kadının yaşadıklarını anlatıyor. Oyunda, başarma ve kendine güvenme duygusundan yoksun olarak yetişen bir genç kadının, eşine olan güveni sarsılınca nasıl bocaladığına tanık olduk. Nora'yı oynayan Özlem Başkaya, yaptığı fedakarlıklara rağmen zorluklarla savaşmak yerine onları reddetmeyi tercih eden kocasının yarattığı büyük hayal kırıklığını seyircilere en iyi şekilde yaşattı. Nora ile günümüzde aynı acıyı çeken birçok kadını bir kez daha görmüş ve güvensizliği hissetmiş olduk... Nora'nın farkı ise kendini ve yaşadığı toplumu yeniden anlamaya çalışmak için evini ve çocuklarını terk etmesiydi.
Ibsen'in Nora'sı, yazıldığı dönemde öyle ün kazandı ki, birçok dile çevrilip birçok ülkede oynandı. Ancak her yerde de, büyük tepkiyle, saldırıyla karşılaştı. Hatta, Nora kocasını ve çocuklarını terk ettiği için, Alman tiyatrolarında oyunun sonu değiştirildi; Nora evde kalmaya "ikna edildi." Noralar evde kaldı ama hep bir güvensizlik ve mutsuzlukla duygusuyla yaşadılar...
***
Durağan başlayan oyun sonradan açılıyor ve iyice seyirciyi içine çekiyor. Bunda elbette en büyük başarı yönetmen Cem Emüler ve onun oyuncularına ait. Sonlara doğru aksayan birkaç diyalog haricinde olumsuz bir durumla karşılaşmadım ve büyük keyif aldım. Özlem Başkaya'nın güzel oyununa, her zaman hayranlıkla izlediğim Gürol Tonbul ve iyi bir oyuncu olan Yusuf Köksal eşlik ediyor. Melike Aslı Sınke'yi de unutmamak gerekli. Dekor ve ışıklar da bence olması gerektiği gibiydi. Müziklere ise bayıldım diyebilirim.
İzmir Devlet Tiyatrosu, Nora ile iyi bir sezon açılışı yaptı. Devamının da böyle gelmesini dilerim... Umarım kısa zamanda Konak Sahnesi'nde havalandırma ve soğutma sistemi düzelir, seyirciler oyunları daha iyi bir şekilde izler.
Dip not
* Açılışta ilginç bir şey daha oldu. Ben oyunu izlerken aklıma gelen Güven Oyunu'nu zihnime taşıyan oyunun konusu dışında bir başka şey daha vardı. O da bu oyunu birlikte oynadığım arkadaşım. O da davetliler arasındaydı. Ara da tesadüf eseri görmüştüm ama konuşamamıştım kendisiyle. 2. perde bitip salondan çıkarken gerçekten o olduğuna karar verdim ve konuştum kendisiyle. 13 yıl sonra İstanbul'dan dönmüştü İzmir'e ve Devlet Tiyatrosu'nda çalışmaya başlamıştı. Tiyatrocu olma hayalini gerçekleştirmişti. Kendisiyle yeniden karışlaşmaktan dolayı mutluluk duydum.
* Oyunun bir yabancı yazara ait olması aslında beni üzdü. Çünkü ülkemizde de çok yetenekli yazarların olduğunu düşünüyorum. Devlet Tiyatroları'nın bu insanların önünü açması gerektiğini kanısındayım.