İzmir'i beyazperdede izlemek
İçeri girdiğimde yeni başlamıştı film... İlk gördüğüm yere oturdum... Beyazperdeden bildik, tanıdık görüntüler akıyordu. Her karede, içinde yaşarken doyamadığım, farklılıkları, kusurları, çelişkileri ve güzellikleriyle beni sarhoş eden İzmir vardı. Şehir biraz geri planda kalsa, oyuncular anlatıyordu İzmir'i... Oyuncular sussa, bu kez Tanju Okan'ın, Dario Moreno'nun, Canan Sezgin Ceylan'ın şarkılarıyla hissediyordunuz şehri... Yönetmen kentin en güzel yerlerine kurmuştu kamerasını ya da zaten her yerden güzel gözüküyordu kentim... Sokakları, meydanları, Asansör'ü, dalgaların dövdüğü Kordon'u ve birçok semti henüz uzaklaşmamışken hatta tam da göbeğindeyken bile özlemiyle yakıyordu insanı.
***
İzmir Sanat'ta "Bir Gevrek Bir Boyoz İki De Kumru" adlı filmi izleyen şanslı kitleden biriydim. Tek gazeteciydim... Çekimlerin ardından oluşturulan ilk kopyayı, filmin yönetmeni ve yazarı Osman Dikiciler ile onun hayaline ortak olan ekibi, filme parasal yardım yapan İzmir Kalkınma Ajansı yetkilileri ve farklı şekillerde destek veren bir grup insanla birlikte izledim.
Film, 1955 yılında İzmir'i terk ederek Selanik'e gitmek zorunda kalan Hristo'nun İzmir'e gelmek için uçağa binmesiyle başlıyor... Uçakta sevdiği kızla evlenemediği için 15 yıl önce İzmir'den İstanbul'a giden Tan da var. Bu ikilinin hikayeleri ile şehri turluyorsunuz. Farklı hayatların içine giriyor, kimi zaman da geçmişe uzanıyorsunuz.
İç içe geçen hikayeler acıklı... Yani gözyaşlarınıza hakim olamayabilirsiniz, benden söylemesi...
Filmi eleştirmemi beklemeyin çünkü izlediğimiz kopya yüzde yüz tamamlanmamıştı... Oyunculukların zayıf olduğu yerler var ama çok iyi olduğu bölümler de var. Hristo karakterini çok sevdim mesela... Hristo, mübadele döneminde ülkemizden ayırlanların duygularını çok iyi yansıtıyor ve içimizde bir yerlere fena dokunuyor.
***
Eleştirmem diyorum ama "Bir Gevrek Bir Boyoz İki De Kumru"nun İzmir'in tanıtımı için çok önemli olduğunu söyleyebilirim size. Hatta bir ilk adım... Bu tür şeylerin bu ilk adımla başlayacağını inanıyorum. (Bu arada geçtiğimiz günlerde İzmir'de çekimleri tamamlanan Karnaval adında bir film daha olduğunu da hatırlatmalıyım.)
Film ekibi, ürünlerinin vizyona girmesi için dağıtım firmalarıyla görüşmelerini sürdürüyor. Osman Dikiciler, sinemanın ciddi bir sektör olduğuna, filmin sinemalarda gösterilmesi için de kentin lobi faaliyetlerinde bulunması gerektiğini söylüyor. Yani filmi yapıp bitirmeniz yetmiyor.
İki şansınız var... Birincisi festivallere katılıp başarılı olmak ve ismini duyurup dikkat çekmek. İkincisi ise Dikiciler'in söylediği gibi önemli dağıtım firmalarını ikna etmek.
***
Filmine bir ana sponsor arayan Dikiciler, kentin 'marka kent' olarak tanıtılmasında neler yapılabilir listeleri yapılırken, bir sürü madde arasına sinemanın mutlaka girdiğini anlatıyor. Herkes çok önemsiyormuş gibi davranıyor ama bu konuyla ilgili şu ana kadar yapılmış bir yatırım yok.. Ona hak vermemek imkansız... İzmir'i tanıtmak için mutlaka bir sinema filmi de çekilmeli saptamasını yapanların bu filme bir şans vermeleri gerekli. EXPO 2020 sürecinde İzmir'i anlatan filmler, şehrin en iyi tanıtma araçlarının başında gelir bence. Bunu geçmişte Venedik de, Barselona da yaptı, Paris de yaptı...
Ayrıca sinemanın İzmir'de destek görmesi, gelişmesi demek İstanbul'dan bunalan şirketlerin İzmir'e gelmesi ve kentte ciddi bir gelir getirmesi demek... Çünkü, İstanbul'da her mekan onlarca kez kullanıldı ve orada her saniye para anlamına geliyor. Yapımcı şirketler de bu nedenle arayış içine giriyor. Neden bu açığı İzmir kapatmasın?
Hem böylece yetişmiş gençlerin beyin göçünün de önlenebileceğini düşünüyorum.