İzmir, filmini bekliyor
Nerde olduğumuzu, ne yaptığımızı, ne söylediğimizi yaşantımıza dahil ettiklerimiz belirler. Bazen bir kitabın öyküsü, bazen sadece bir cümle içinden, bazen bir film ya da sadece bir kare görüntüdür hayatımızı değiştiren.
Geçtiğimiz günlerde Midnight in Paris (Paris'te Gece Yarısı) adlı filmi izledim ve bu filmi izleyen birçok insan gibi ben de Paris'e gitmek istedim. Daha sonra usta yönetmen ve oyuncu Woody Allen'ın bana bu duyguyu Barselona Barselona fiminde de hissettirdiğini fark ettim. Elbette bu his, birçok filmle birlikte bana olduğu gibi size de usulca sokulmuştur. Filmi izleyemenler için belirtmem gerekir ki Paris'te Gece Yarısı filminin yaklaşık ilk 10 dakikası Paris sokaklarını izlemekle geçiyor. Hatta bir ara "Artık film başlasa iyi olur" diye düşündüğümü itiraf edebilirim. Sinemadan çıkarken ise içimden 'iyi bir senaryo etrafında dönen maliyeti düşük, Paris'i anlatmak için kurgulanmış sevimli bir film' diye geçirdim. Bu tarz filmler yurt dışında yerel yönetimlerden önemli destekler görüyor...
***
Sonra bir de EXPO 2020'ye hazırlanan, marka kent olmak için çabalayan, nasıl turist çeksek diye planlar yapan İzmir'i düşündüm. Aklıma, öyküsü baştan sona İzmir'de geçen ve kenti anlatan filmleri getirmeye çalıştım, olmadı... Neden bu zamana kadar böyle bir filmin yapılmadığını da anlamakta zorlandım... Bırakın yurt dışına ulaşmayı, ülkemiz genelinde yayınlanan bir filme bile sahip değiliz.
Daha sonra "Bir Gevrek Bir Boyoz İki De Kumru" adlı bir filmin çekildiğini ama vizyona henüz girmediğini hatırladım. Neden diye soruştururken bunu en iyi cevaplayacak kişinin Osman Dikiciler yani filmin yönetmeni olduğuna karar verip kendisini aradım.
Her şey bir ilk adımla başlamıyor mu? Belki de bu film İzmir'in tanıtımı için önemli bir basamak olacak.
***
Kırgındı sesi... Kendisinden öğrendim ki filmi uzun uğraşlar sonucu bitirmiş ama vizyona çıkaramıyor. Ama Filmin çoğaltılması ve tanıtımı gibi çeşitli masraflar karşılanamadığı için tamamlanan eser bir köşede öylece duruyor. Film için 2 yıl emek verdiği söyleyen ve filmin sinemalarda gösterilmesi için hala çabalayan İzmir aşığı yönetmen, İzmirli yöneticilerin kendisine yeteri kadar destek olmadığını belirtiyor. "Sinemayı sadece eğlencelik bir araç olarak gören yerel yönetimlerin, bunun aynı zamanda bir sektör olduğunu da unutmamaları gerekli. Yani sinema sadece sanat değildir" diyen Dikiciler'e göre İzmir'de sinema, kent yöneticileri için sadece broşür bastırma ya da en fazla tanıtım filmi yaptırma düzeyinde algılanıyor.
***
Dikiciler, "Kentin 'marka kent' olarak tanıtılmasında neler yapılabilir listeleri yapılırken, bir sürü madde arasına sinema mutlaka giriyor. Herkes çok önemsiyormuş gibi davranıyor ama bu konuyla ilgili şu ana kadar ne yapıldı diye sorduğunuzda herkes birbirine dönüp bakıyor. İzmir'i tanıtmak için mutlaka bir sinema filmi de çekilmeli saptamasını yapanlar, konu bunun nasıl yapılacağına geldiğinde kenara çekiliyorlar. Peki, o zaman bunu kim yapacak?" diye soruyor.
Başta yerel yönetimler, sonra ticaret örgütleri, daha sonra da sanayici ve işadamlarının hiç biri nedense bu konuya yatırım yapmak istemiyor. Dikiciler, "Sinema ya da dizi sektörü yapımcılarının İzmir'e gelmeleri tek başına çok da önemli değil aslında. Önemli olan kalıcı olmaları" derken önemli bir konuya parmak basıyor. Başka kentlerden gelen ekiplerin film çekerken kente bırakacağı para ve şehrin tanıtımına sağlayacağı katkı neden göz ardı ediliyor bilmiyorum.
***
Bu arada filme İzmir'de tek destek veren kuruluşun İzmir Kalkınma Ajansı (20 bin lira) olduğunun altını çizen Dikiciler, İzmir Valisi'ne de desteği için teşekkür ediyor. Her projeye kaynak aktarmalarını beklemek fazla iyimserlik olabilir. Fakat, Bir Gevrek Bir Boyoz İki De Kumru gibi İzmir kentini kendine fon yapan, bu kent için çekilen ilk uzun metrajlı sinema filminin destek görememesi şaşırtıcı. Üstelik film, Kültür Bakanlığı'ndan da sınırlı ve dolaylı yani geri iadeli bir destek almış, yani projesiyle, senaryosuyla onay görmüş, desteklenmesi uygun bulunmuşken...
Maddi desteği bir kenara bırakırsak Dikiciler, belediyelerdeki bürokratların kendisine Tarihi Havagazı Fabrikası ve başka birkaç alanda yapılması planlanan çekimler için zorluk çıkarıldığını, park yeri ve yemek yenecek alan gibi pek çok konuda destek olunmadığını belirtti. Tarihi Havagazı Fabrikası'ndaki çekimler için istenen izne 4 ay sonra olumsuz yanıt verildikten sonra Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile görüşülerek sorunun çözülmesi açıkcası beni şaşırttı. Marka kent olmak için sokaklardan önce zihinlerin yenilenmesi şart...
Dip not
Film henüz vizyona dahi girmediği halde, Facebook'taki sayfasında hayran sayısı yaklaşık 22 bin kişiye ulaşmış durumda.
Kutu kutu kutu kutu kutu kutu kutu kutu kutu
Filmin konusu;
1955 yılında İzmir'i terk ederek Selanik'e gitmek zorunda kalan Hristo, ölen eşinin küllerini saat kulesi maketinin içine koyarak İzmir'e getirmek için uçağa biner. Uçakta sevdiği kızla evlenemediği için 15 yıl önce İzmir'den İstanbul'a giden Tan ile yan yana oturur. Kısa sohbet ikiliyi eski zamanlara götürür. Hristo, eski arkadaşı Oktay ve mahallelisiyle 55 yıllık hesabı vermeye çalışırken, onu büyük ve inanılmaz bir sürprizin beklediğinden habersizdir. Bu arada bir başka yerde Melih ve Ceyhun isimli iki define avcısı ise bütün paralarını vererek aldıkları bir define haritasıyla hayallerini gerçekleştirecek büyük bir hazineyi bulma umuduyla İzmir'e gelmişleridir ancak haritanın sahte olduğunu anladıklarında beş parasız Kordon'da kalırlar. Kordon hazine avcıları ile Hristo'yu birleştirir. Hazine avcıları hikayesini dinledikleri Hristo'nun kaçarken bıraktığı hazineyi almaya geldiğini düşünürler. Hristo'nun arkadaşı Oktay onu bir deponun önüne götürür, kapı açıldığında 55 yıllık sır ortaya çıkar depoda Hristo ve ailesinin kaçarken geride bıraktıkları eşyalar vardır.
Kentin bir başka köşesindeki Tan, İzmir'den kaçmasına neden olan eski sevgilisi Hasret ile cenazede karşılaşır. Konuşmak istemese de konuşur. Filmin finalinde Tan, Hasret ile Kordon'da en sevdikleri şarkı 'Hasret' eşliğinde son danslarını yaparlarken,bunun aslında yıllar önce yarım kalan,ertelenen son vedalaşmalarının da olduğunu anlarız. Çünkü Tan, İzmir'den gittikten kısa bir süre sonra Hasret zaten ölmüştür. Hazine avcıları ise Hristo'nun hazinesinin anahtarını elinden bırakmadığı saat kulesi maketinde olduğuna kanaat getirip ele geçirmeye karar verirler.
Osman Dikiciler kimdir?
İstanbul'da yaşayan ve senaryo yazarlığı yapan Osman Dikiciler 1968 İzmir doğumlu. 1992'de Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV bölümünden mezun olan Dikiciler, 1998-2004 arasında bu okulda öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1995-1996 arasında Kanal 1 ve Ege TV'de program müdürlüğü yapan Dikiciler, daha sonra ATV'de yayınlanan "Korkusuzlar" isimli dizinin senaryosunu yazdı. "Emret Komutanım" isimli dizinin senaryo yazarlığını da yapan Dikiciler, "Hababam Sınıfı Merhaba" adlı filmin kamera arkası belgeselin yönetmenliğini gerçekleştirdi. Pek çok klip ve filmin senaryo yazarlığını da yapan Dikiciler, 2 yıldır üzerinde çalıştığı "Bir gevrek, bir boyoz, iki de kumru" isimli filmi hayata geçirmek istiyor.